Boşanma Sonucu Çocuklarda Görülebilecek Duygusal ve Davranışsal Özellikler

Öncelikle şunu belirtmek gerekir boşanma bir durumdur . Ebeveyn boşanma sürecini zor geçirirse çocukta zor geçirir diyebiliriz. Çocuklar etrafındakilerin duygularını takip ederler ve buna göre tepki verirler. Çocukların ayrılma ve boşanmaya tepkilerinin yoğunluğu, hayatlarındaki karmaşaya bağlıdır. Tercih edilen çocuğun günlük rutininin fazla değişmemesi, aynı okula devam etmesi, aynı semtte oturmasıdır. Çocukların bu durumla baş edebilmek için geliştirdikleri savunma mekanizmalarına (arkadaşlarına vurma, eşyalara zarar verme gibi şiddet içerenler hariç) çok dokunmamak, duygularıyla yüzleşmeleri için zaman tanımak, duygularını paylaşmaya cesaretlendirmek gerekir. Anne-baba bir duygusal zorluk yaşarken çocukların sorunlarını dinlemeye çok istekli olmayabilirler, ancak çocukların bu dönemde anne-baba arasında boşanma olsa bile iletişimin sürmesine ihtiyaçları vardır. Eğer çocukların duyguları ile yüzleşmelerine izin verilmezse çocuklarda, depresyon, ayrılık endişesi, kişilik sorunları ortaya çıkabilir.

Bütün çocuklar ayrılıkla beraber korku yaşarlar, belirsizliğin yarattığı bir korku ve bir ebeveynin gitmesiyle diğerinin de gidebileceği ihtimalini düşünmeye başlayarak korkarlar.  Çocuğa düzen ile ilgili önceden bilgi vermek bu noktada önemlidir. Çocuğunuza sıklıkla, onunla beraber olacağınızı belirtmeniz, onu bırakmayacağınızı belirtmeniz ve tekrar belirtmeniz gerekir. Böylece terk edilmekle ilgili endişelerini yatıştırabilirsiniz. Çocuklar ayrılma ile beraber üzüntü de yaşarlar,çünkü çocuklar kendilerini aile sistemi içinde tanımlarlar, dolayısı ile ailenin birlikte olduğu günleri özlemeleri normaldir. Çocukların üzgünlüğünü görmezden gelmemek gerekir. Çocukların bir diğer duygusu da öfkedir. Öfkelerini bağırarak, kavga ederek açığa vurabilirler. Önemli olan çocukların öfkelerini olumlu ve uygun şekilde ifade etmelerine zemin hazırlamaktır. Çocuklar ben merkezci yapıdadırlar, etraflarındaki olaylardan sorumluluk hissederler ve suçluluk duyarlar .Boşanma durumunda çoğu çocuk sebebin kendisinin yaptığı bir davranış olduğunu düşünür. Eğer daha az yaramaz olsaydı belki de anne-babası boşanmayacaktı. Bu nedenle çocuklarla konuşurken çok dikkatli olmak gerekir, kendilerini suçlu hissettirecek yorumlar asla yapılmamalıdır. Boşanmanın anne-babanın kararı olduğu, onların yüzünden boşanılmadığı tekrar tekrar söylenmelidir. Çocuğunuz boşanmadan sonra daha fazla yalnız kalıyor olabilir, dolayısı ile aileyi bir araya getirme hayalleri kurmak için daha çok zamanları olur, onların hoşlarına giden faaliyetlere yönlendirilmeleri işe yarayabilir. Evden ayrılan bireye çocuğun kendisini reddettiği düşüncesinin geçmemesi için daha çok iş düşmektedir. Ebeveynlerin ayrılma kararının çocuklarla olan ilişkilerini etkilemeyeceği belirtilmelidir. Bazen çocuklar boşanmaya daha önceki yaşlara ait davranışlara dönerek tepki verebilirler, mesela parmak emmek veya altını ıslatmak gibi. 1-2 ay bu durum normal sayılabilir ancak daha fazla sürerse uzmana başvurmakta fayda vardır. Çocuklar uyumak istememe gibi davranışlarda geliştirebilirler, bu davranış genellikle birkaç ay içerisinde yok olur. Bazı çocuklarda okula gitmek istemeyebilirler, bu durum çok anlaşılır bir durumdur, çocuk okula giderse ebeveyninden ayrılmış olacaktır. Ancak bu davranışı desteklemeyin ileride ebeveyn-çocuk arasında bağımlılık yaratma ihtimali vardır. Bazı çocuklar yemek düzenini değiştirerek tepki verirler, çocuğunuz çok kilo almakta veya vermekte ise muhakkak bir doktora götürünüz.

Boşanma sürecinde ve sonrasında önemli olan iki nokta vardır; birincisi asla diğer ebeveyni çocuğa kötülememek ve ikincisi çocuğa tekrar bir arada olmaya dair ümitler vermemektir. Bu sebeplerden dolayı, yetişkinlerin kararları net olmadığı sürece boşanma durumunu çocuğa belirtmemeleri daha uygundur.

Evlenmeden Önce Bireysellik

Evlilik, fiziksel, emosyonel, ekonomik bir birlikteliktir. Kişiler, evliliğe geçmeden önce orijinal ailesinden ayrılabilecek kapasitede ve bireyselliklerini kazanmış olmalıdırlar. Tutarlı bir kendilik ve ayrışmış bir kimlik geliştirmede başarısızlık, aileye uzun ve yoğun bir duygusal bağlanmaya sebep olur. Ebeveynlere bu bağlılık ve bağımlılık, kişinin kendisine ait bir sosyal yaşantı ve aile yaşantısı geliştirme yeteneğini engeller. Ebeveynlerin, çocukların,ayrı bireyler olduklarını kabul etmedeki başarısızlıkları, psikopatolojinin en ağır tiplerine yol açabilmektedir. Evliliğe hazır olma diye bahsedilen nokta aslında, bireyselleşmiş bir kişi olup fiziksel ve duygusal anlamda aileden ayrılma, sonrasında başka bireysel bir kişi ile birlikte yaşamaya geçebilmeye hazırlıktır. Bu anlamda aile terapisti Henry Dicks (1967), evlilik ilişkisinin değerlendirilmesi için üç seviye önermiştir: a) Sosyal ve kültürel arka planların ve ilgilerin ortaklığı b)kendilik ve eş için bilinçli rol beklentileri, c)bilinçdışı kendilik imajları ile nesne imajları arasındaki uygunluk.Çift bu seviyelerden herhangi ikisinde uyum içindeyse , Dicks onların süregen bir çatışma karşısında bile bir arada kalacaklarına inanmaktadır. Ancak üç seviyenin ikisinde uyuşmuyorlarsa ,evlilik muhtemelen boşanma ile sonuçlanacaktır. Evlenmeden önce çiftlerle yapılan danışmanlık çalışması bu anlamda değerlidir. Evlilik öncesi çiftlerin uyumlulukları ve çatışmaların en az zararla çözümü gündeme gelmektedir. Evlenmeden önce aşağıdaki sorular üzerinde tek tek düşünmeniz ve belki de sorulardan sonra altlarına cevapları yazmanız kendinizin ve partnerinizin beklentileri ve birlikte uyumunuz hakkında iç görü geliştirmenizi sağlayabilir.

1-Partnerinizin ve sizin ilgi alanlarınız benzer mi?

2-Partnerinizle günlük veya evrensel konularda sohbet eder misiniz?

3-Partnerinizin hobileri hakkında fikriniz var mı?

4-Partnerinizin sıkıntıları hakkında bilginiz var mı?

5-Partnerinizle birlikte yaptığınız aktivitelerden keyif alır mısınız?

6-Partnerinizin aile yapısı ile sizin aile yapınız benzer mi?

7-Partnerinizin ve sizin, kendi aileleriniz ile ilişki tarzınız uyumlu mu ?

8-Partnerinizin ve sizin kültürel olarak denkliğiniz mevcut mu?

9-Partnerinizin ve sizin akraba ilişkileri ile ilgili düşünceleriniz uyumlu mu?

10-Partneriniz ve sizin sosyal yaşamla ilgili düzenlemelerde fikirleriniz uyuşur mu?

11-Evlilikte kendiniz için belirlediğiniz rol var mıdır?

12-Partnerinizin nasıl olması gerektiğine dair düşünceleriniz var mıdır?

13-Düşüncenizdeki eş davranışları ile fiili eş adayınızın davranışları arasında uyum var mıdır?

14-Evlilik ile ilgili temel rol beklentilerinizden eş adayınızın bilgisi var mıdır?

15-Eş adayınızın beklenti ve düşüncelerinize dair olumlu geribildirimleri var mıdır?

16-Kendinizi evlilik ile ilgili düşündüğünüzde huzurlu bulur musunuz?

17-Anne-babanızın evliliğine karşı tepkisel düşünceleriniz var mıdır?

18-Aile olma ile ilgili olmazsa olmazlarınız var mıdır?

19-Kendinizi orijinal ailenizden ayrılmaya hazır hissediyor musunuz?

20-Kendinizi partnerinizle yaşamaya istekli hissediyor musunuz?

OKB nedir?

Obsesyon (saplantı), sıkıntı verici, istemsiz şekilde gelen ve tekrarlayıcı düşünce, imge, dürtülerdir. Bunlar kişide huzursuzluk ve rahatsızlık hissi ile suçluluk duyguları yaratabilir. Bu düşünce, imge ve dürtülerin yarattığı rahatsız edici hislerden kurtulmak maksadıyla ritüel gibi, tekrarlayıcı şekilde yapılan zihni eylem ve davranışlara (kişi bu davranışları yapmazsa huzursuz olur) ise kompulsiyon (zorlantı) denir.

Günlük yaşamda herkes bazı geçici endişelere, takıntılara sahip olabilir. Obsesif Kompulsif Bozukluk diyebilmek için kişinin günlük işlevselliğini etkilemesi, sosyal ve iş hayatını engeller hale gelmesi kriterdir.

OKB, genellikle ergenlikte başlar ancak çocukluk döneminde de başlayabilir. Genetik ve çevresel faktörlerin etkili olduğu düşünülmektedir. Toplumda, 100 kişiden 2 kişide OKB görülebilir.

Pek çok takıntı çeşidi vardır, sık görülenlere örnek; bulaşma takıntıları, şüphe takıntıları, hastalık takıntıları, büyüsel takıntılar, düzen ve simetri takıntıları, zarar verme takıntıları, cinsel takıntılar, dini takıntılardır. Bunlara karşı geliştirilen en sık kompulsiyonlara örnek; kontrol, yıkama, sayma, dua etme, istifleme, düzenleme, biriktirme kompulsiyonlarıdır.

OKB belirli bir zaman başlar ve tedavi edildiğinde geçer. Yoğun stres zamanlarında belirtilerde artış beklenir. Bir de ‘Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu ‘dediğimiz mükemmelliyetçi kişilik örüntüsü vardır. Bu kişiliğe sahip olanlarda OKB olabilir, olmayabilir de, ancak 4 OKKB den birinde OKB görüldüğü belirtilmektedir.

Bir kişinin gün içinde aklından nerdeyse 10 000 düşünce geçer. Bunun 5000’i istemli 5000’ i istemsiz düşüncelerden oluşur. İstemsiz düşüncelerin yarısı olumlu yarısı olumsuz düşüncelerden oluşur. İstenmeyen düşüncelerin obsesyona dönüşmesi kişinin yorumuna bağlıdır. Bu düşüncelerden korkup abartmak, genellemek, felaketleştirmek, seçici odaklanmak, kişiselleştirmek, siyah beyaz düşünmek, olumluyu küçümsemek olumsuzu büyütmek gibi düşünce kusurları bakış açısını etkiler.

Tedavide ilaç kullanımı ve terapi birlikte oldukça etkilidir. Kusurlu bakış açılarını değiştirmek, takıntıların üstüne gitmek, kompulsiyonları adım adım önlemek ve kaçınma davranışlarını bırakmak terapide uygulanan yöntemlerdir.

Bebeklerde Alışkanlıklar ve Değişimler

Bebekler için ilk dönem tam bir bağımlılık dönemidir, anne ile ilişkide annesinin kendinden ayrı bir birey olduğunu kavramaya başladığında bebek için hayır dönemi de başlamış olacaktır. İlk önce bebeğin güvenliğinden tamamen ebeveyn sorumludur. Bu aşamada bebeğe uyarı gelmez. Evdeki bebeğe zarar verebilecek eşyalar kaldırılır, sürekli bir gözlemle kendine zarar vermesi engellenmeye çalışılır. Bu dönemde bebek hayal kırıklığına uğratılmamaya çalışılır. Acıktığında hemen besin gelir, ıslandığında altı değişir v.b. Bu ilk aşamada hayır yoktur. Ancak hiçbir ebeveyn bu dönemde bile bebeğe hayal kırıklığı yaşatmamayı başaramaz böyle bir yaşam mümkün değildir zaten, ayrıca hafif engellenmeler ve hayal kırıklıkları bebekler için gerçek dünyaya bir hazırlık da olabilir.

Daha sonraki aşama ise ‘hayır’ ın ortaya çıkmaya başladığı aşamadır. Bu aşamada bebek hareketlidir ve dünyayı keşfetme merakı içindedir. Bu dönemde ebeveynler artık bebeğe zarar verebilecek durumları hayırlarla öğretmeye başlarlar. Bu hayır bir mimik de olabilir, ancak amaç bebeğe yavaş yavaş kendini koruma, güvenlik, toplumsal kurallara az da olsa uyum öğretilmeye başlanmasıdır.

Daha sonraki aşama ise bebekle konuşulabilinen ve açıklamaların geldiği aşamadır, hayır denir ve sebebi açıklanır. Hayır ile ilgili temel noktalardan biri ebeveynin neye izin verip neye izin vermeyeceği konusunda kararsızlık içinde olmaması, net, açık ve doğrudan bir tutum ve iletişim içinde olabilmesidir.

Çocuklar her zaman sınırları zorlamak isterler, anneler hayır derken yani sınır koyarken aynı zamanda uygun davranışı bebeğe öğretmeye de çalışırlar.

Çocuğa baştan itibaren saygı duymak, onu tanımaya çalışmak, mizaç özelliklerini keşfetmeye çalışmak ebeveynlere çok şey katar. Bazı çocuklar hiç emzik kullanmazlar, bazıları uykuya dalarken bazıları gece boyu bazıları da gerginlik hissettiğinde emzik kullanabilirler. Genel olarak 3-4 yaşa kadar emzik ve biberon kullanımına pek dokunulmaz. Çocuk anneden ayrılırken bağımsızlaşırken, emzik, biberon, battaniye, bir oyuncak gibi özel bir nesnesi olabilir. Bunlardan ayrılırken çocuğu takip etmek hazır olduğuna dair işaretler almak ve olumlu yönlerini göstermek önemlidir. Çocuğa ‘Artık biberondan içmek yerine bardaktan süt içmeyi başarabilirsin’, denilerek ona ilgisini çekecek bir bardak alınıp ondan içmesi için yardımcı olunabilir. Burada bu kararı tutarlı uygulamak alışkanlığın sönmesinde yardımcı olur, çocuk ağladığında hemen emziği veya biberonu vermek alışkanlığın sönmesini engeller.

Çocuk her ağladığında istediğini yapmayarak bu davranışın işe yaramadığı ona gösterilmelidir.

Çocuğa korkutarak disiplin vermek kısa süreli işe yarar uzun vadede çok zararlıdır, kendini acındırma da ebeveynin güçsüzlüğünü ortaya koyabilir, çocuğa küserek karşılık vermek olgun bir davranış değildir.

Çocuk ağladığında başkalarının yanından ayrılarak ağlamasının geçmesi için dikkati başka noktalara çekilip, sakinleşince konuşmak ve anlatmak önemlidir.

Uyku vaktine doğru bebeğinizi sakinleştirmeniz bebeğinizin uykuya dalmasını kolaylaştırır. Bebeği sallamak bebeğin anne karnındayken sallanmasından dolayı kendini huzurlu hissetmesine sakinleşmesine yarar, ancak çok hızlı sallamak bebeğe zarar verebilir. Hafif bir ritimle bebeği sakinleştirmek daha uygundur, bu alışkanlık yapabilir, ancak her alışkanlık gibi vazgeçirebilirsiniz de. Her bebeğe uyan kesin genel bir kural yoktur, bebeği kolik olan anneler sallamanın işe yaradığını belirtebilirler, burada amaç çocuğu sarsmadan hafifçe ritimle sakinleştirmek olmalıdır. Bebeğinizi erken dönemden itibaren uyku alışkanlıkları yerleştirmenizde fayda vardır. Mesela uyku vaktinden önce çocuğu daha az uyarma,  banyo yaptırma (bazı çocukların daha canlanmasını sağlayabilir), uyku kıyafetlerini giyme, hafif bir şekilde sarma (anne karnında gibi hissederler), ninni söyleme, bebeğin çıkardığı en ufak seste yanına koşmama gibi uyku hazırlıklarını tutarlı yapmak çocukta bir rutin oluşturur.

Bilimsel araştırmalar bebekle birlikte uyumanın ileride uyku problemleri gelişmesiyle bağlantılı olduğunu gösteriyor. Ancak bir durum tek başına doğru ya da yanlış değildir.  Genellikle 1-2 yaş arası yürümenin başlamasıyla birlikte uyumaya gece uyanmaları da eşlik eder. Alışkanlık sağlamlaştığında çocuk kendi yatağında yatmaya direnebilir. Birlikte uyumak kültürel olarak değişik şekilde karşılanır. Japonya da ve ya kabile hainde yaşayan toplumlarda ayrı uyumak nadir görülür. Ancak birlikte uyumak güvenlik açısından risklidir. Duvar, bitişik mobilyalar, yetişkin tarafından ezilme tehlikesi, gevşek örtüler… Çocuğu ile aynı anda yıkanmak ve soyunmak, birlikte uyumak bebeklik döneminde çok pratik gelebilir. Ancak çocuğa 2-3 yaş itibarı ile mahremiyeti öğretmek gerekir. Bunun en güzel yollarından birisi örnek olmaktır. Giyinip soyunurken çocuğun önünde olmamak, evin içinde iç çamaşırı ile dolaşmamak, tuvaleti, banyoyu kullanırken kapıyı kapatmak ebeveynin çocuğa çekici gelme riskini azaltır.

Çocuğa istemediğiniz bazı alışkanlıklara sahipse ve bunun değişmesini istiyorsanız, ebeveyn olarak önce sizin değişime hazır olmanız gerekir.

Özellikle parmak emme, tırnak yeme,  burnunu karıştırma gibi davranışlarda çocuğu sürekli uyarmak sorunun daha da kötüleşmesine yol açar.

Çocuk oynanmasını istenmeyen bir materyalle oynuyorsa yavaşça elinden alarak ilgisini çekecek başka bir oyuncak verilebilir

Çocuğa rahatça oynayabileceği, döküp saçabileceği ortam, bir yer ayrılmalıdır

Çocuğa sürekli yapma, elleme, koşma demekten sakınmak gerekir

Çok sıkı veya çok gevşek bir disiplin anlayışı çocuklara zarar verir.

Olumlu davranışları ödüllendirilmeli, olumsuz davranışların tepki verilmeden sönmesi beklenmelidir.

Çocuk her ağladığında istediğini yapmayarak bu davranışın işe yaramadığı ona gösterilmelidir.

İlişki ve Cinsellik

Cinsel yakınlık ilişkide önemli bir yer tutmaktadır. Cinsel yakınlık da eksikliğin nerede olduğunun farkında olmak çiftler için önemlidir. Tercih edilen her iki partner tarafından kabul edilebilir bir şekilde, birbirine paralel, eş zamanlı ve rahat bir biçimde cinsel ilişkide bulunmaktır.

Çiftlerin cinsel yakınlık ihtiyaçları çok farklı olabilir; bazen bazı çiftler yılda bir veya iki kez cinsel ilişkide bulunmayı “ normal” olarak kabul ediyor olabilirler

“Normal” ilişki sıklığı için “günde bir; vakit varsa çok “ denebilir. Kişilerin ihtiyaçlarının farklı olduğu noktada, dışarıda bir ilişki, vajinismus veya benzeri bir problemin ortaya çıkmasına neden olabilir. Cinsel ilişkide arzu, istek ve ihtiyaçta bir denk gelmeyiş çiftler arasında problem yaratabilir. Bazı çiftlerde cinsel ilişki profili engelleyici, sınırlayıcı, baskılayıcı, daraltıcı ve fakirleştirici olabilir. İlişkide iyi hissedebilmek kadar, cinsellikte iyi hissedebilmek önemlidir. Sarılıp yatan çiftlerin cinselliğinde neredeyse problem yoktur. İlişkide fiziksel yakınlık ve mesafe ayarı iyi hissettirmelidir

Bir ilişkide cinsel ilişki problemi varsa ilişkideki diğer yakınlık alanlarına da bakılmalıdır. Sözel olmayan fiziksel yakınlık vasıtasıyla duygunun verilmesi ve kabul edilmesi süreci nasıl? Kabul ve tolere edebilme süreci iyi işliyor mu?Reddedilme, müdahale edilme ve güven korkuları mevcut mu? Ayrıca emosyonel yakınlık dediğimiz bir kişinin partnerinin yaşadıkları ve hissettikleriyle duyumsal ilişki kurabilme yeteneği de ilişkiyi etkiler. Birlikte bir şey yapabilme, aktivitelerde bulunabilme, bir kişinin birlikte veya tek başına ne olduğunu, ne istediğini bilme çiftlerin uyumlu ilişkiye sahip olabilmeleri için önemlidir.

Çiftler cinselliği konuşabilmelidirler, hazır olunca konuşurum gibi bir düşünce, böyle bir sürece ihtiyaç duyulması, zaten cinselliğinizin nasıl olduğu konusunda fikir verir. Unutmayın ki cinsel ilişkiniz kadar kendi cinselliğinizle ilişkiniz de önemlidir.

İnsanların cinselliğini etkileyen en önemli faktörler; yanlış inanç ve kavramlar, gerçek ötesi beklentiler, kötü iletişim, fiziksel problemler, olumsuz hayat olayları, eşin problemleridir; bu etkilenmeyi devam ettirici faktörler ise yakınlık ve güven hissinin kaybı, suçluluk ve utanç, seyirci kalma, kızgınlık performans baskısı ve eleştirilme korkusudur.

Cinsel ilişki problemini çözebilmek için sadece cinsellik hakkında bilgi sahibi olmak yeterli değildir. Her canlının doğal programında bu bilgi mevcuttur.Ayrıca çeşitli yanlış öğrenmeler bu doğallığı daha da problemli hale getirebilmektedir.Her çiftin ilişki profili ve paterni farklı olduğundan çözümlerde spesifik olacaktır. Bu noktada bir uzmana başvurarak ilişkiniz yıpranmadan çözüm bulma şansınız vardır.

Vajinusmus

Vajinusmus

Vajinismus, vajinanın dış üçte birlik bölümündeki kasların istemsiz şekilde kasılması sonucu, cinsel birleşmenin mümkün olmadığı bir bozukluktur. Vajinal kaslardaki kasılmanın yanında çoğunlukla cinsel birleşmeden korkma da vardır. Bu durum partneri reddetme veya partneri çekici bulmama ile bağlantılı değildir. Vajinismusta, kaslar birleşmeye müsaade etmez ve kişi bunu bilinçli bir şekilde yapmaz.

Vajinismusta kasların kasılması ve korku ile beraber, bacakları kapama, titreme, terleme, mide bulantısı, ağlama, partneri itme, çığlık atma gibi durumlar görülebilir. Bu durumda zorlama olursa kişide kaygı daha da artabilir. Zorlama ile birleşme bazı vakalarda olabilir ancak bu birleşmeden sonra ağrılı ve acılı birleşmeler devam eder. Aynı zamanda, alkol, kas gevşetici, lokal anesteziklerin kullanımı, genel anestezi, kızlık zarına müdahale gibi uygulamalar vajina kaslarına gevşemeyi öğretmez, psikolojik olarak daha fazla zarar verirler.

Vajinismus, cinselliğin bastırıldığı toplumlarda çok sık görülür, cinselliğin bastırılmadığı toplumlarda ise nadir görülür. Sosyo-kültürel özelliklerin vajinismus gelişiminde oldukça etkili olduğu bilinmektedir. Yanlış cinsel bilgiler, cinsellikle ilgili olumsuz inançlar, kadınlar için cinselliğin acı ve ağrı ile birlikte koşullanması, kadınlar için cinsel aktivitenin haz duygusu ile kurgulanmaması gibi nedenler toplumda vajinismus görülme sıklığını arttıran nedenlerdendir.

Vajinismus tedavi edilebilen bir bozukluktur. Tedavi başarısı ise oldukça yüksektir. Olumsuz denemeler sonucunda kadınlarda yetersizlik hissi ve cinsellikten kaçınma, partnerde ise hayal kırıklığı, reddedilme hissi, ilerleyen dönemde de isteksizlik, sertleşme sorunları görülebilir. Bu sebeple erken tedaviye başvuru olumsuz öğrenmelerin pekişmesini önleyeceği gibi, yeni bilgiler ve öğrenmelerle olumlu duygu düşünce davranışın yerleşmesini sağlayacaktır.

Cinsel terapinin amacı, çiftin kaygı, korku, fobiden arınmış, uyumlu, haz ve doyum odaklı bir cinsel yaşam sürdürmesidir. Bunun için seanslara düzenli katılım ve verilen çalışmaları düzenli uygulama oldukça önemlidir. Çiftler çalışmaya uyum gösterirlerse, problem çözümü de kısa sürede gerçekleşir.

Cinsel İşlev Bozuklukları

COVİD-19 ve Psikoloji Üzerine Etkileri

COVİD-19 ve Psikoloji Üzerine Etkileri

Tüm dünyayı etkileyen salgın hastalığa kısaca “Pandemi” deniyor. Hatırlayacağınız üzere ülkemizde ilk vakanın görüldüğü 11 Mart 2020 tarihinde, Dünya Sağlık Örgütü Pandemi ilan etmişti. Bundan sonra hayatımıza giren kısıtlamalar ve belirsizliklerle beraber kaygılar ve yoğun duygular ortaya çıktı.

Belirsizlik her zaman tehlike demek midir?

 İnsan belirsizliğe geçmiş çağlardan beri bir tehlike atfetmiştir. Aslında belirsizlik insan hayatında en belirli olan durumdur. Yaşamın, insanın tamamen kontrolünde olduğunu varsaymak yanılsamadan ibarettir. Kısıtlı da olsa kontrol edebildiğimiz alanlar da mevcuttur ve bu alanlar bize güvenlik duygusu verir. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde fizyolojik ihtiyaçlardan sonra ikinci sırada güvenlik ihtiyacı gelir. Korona virüs, insanlığı, en temel ihtiyaçlarının olduğu yerden etkilemiştir.

 Duygu, düşünce davranış ekseninden bakınca, duyguya verilen anlam yani düşünce ile davranış arasında sıkı bir ilişki vardır. Tehlike algısı oluşunca kaçma, savaşma, dona kalma gibi savunma ve güvenlik sağlama davranışları devreye girer. Korona günlerinde de kısıtlamalara uyma, hijyen davranışları, hastalıkla ilgili bilgi edinmek için okumalar yapma gibi davranışlar uygun davranışlardır. Ancak tehlikeyi olduğundan fazla algılama eğilimi ile oluşan yoğun kaygı duygusu, olumsuz abartılı düşüncelerle, ısrarcı endişeye sebep olup güvenlik davranışlarının abartılmasına ve elleri tahriş edecek şekilde sürekli yıkama, eve kimse girmediği halde sürekli temizlikle uğraşma, felaket senaryoları üretme ya da tehlikeyi inkar ederek hiç güvenlik önlemi almama gibi davranışlara da yol açabilmektedir.

Pandemi gibi olağanüstü durumlarda, sürecin uzun sürmesi, ekonomik ve sosyal desteğin kısıtlılığı, çağlar boyu açık hava ile ilişkisi yoğun olan insanın kapalı ortamlarda uzun süreli bulunma zorunluluğu, rutinlerin bozulması, her türlü olumsuz duyguya toleransın azlığı, içsel kaynakların yeterince kullanılamaması sonucu, psikolojik rahatsızlıkların ortaya çıkması ya da var olan psikolojik rahatsızlığın alevlenmesi, artması durumu oluşabilir. Bu dönemde, en çok karşılaşılan durumlar; kaygı bozuklukları, hafif veya majör depresyon, temizlik obsesyonu, çift ilişkilerinde çatışma artışı, öfke, hayal kırıklığı duygularının yönetilememesi sonucu aile içi problemlerin artması, sosyal ve ekonomik kayıplar ve yas sürecinin etkileridir.

Nasıl Daha İyi Hissedebiliriz?

  • Günlük rutinleri olabildiğince devam ettirmek güvenlik duygusunu arttırır.
  • Sosyal çevre ile olabildiğince iletişim halinde olma, duygusal destek verme ve alma olumlu duyguları pekiştirir.
  • Doğru bilgilere ulaşmak (sosyal medyadan alınan bilgilerin güvenilirliğine mutlaka dikkat ederek) güçlü hissetmeyi pekiştirir.
  • Felaket senaryoları kurmak için zaman harcamak yerine, iyi hissettiren, sevilen hobilerle vakit geçirmek pozitif katkı sağlar.
  • İnsan beyninden bir günde binlerce düşünce geçer, endişeli düşüncelere çok değer vermek ve sürekli aynı biçimde düşünmek yerine bunun sadece diğerleri gibi bir düşünce olduğunu kabul edebilmek kaygıyı yönetmek için önemli bir adımdır.

Tek Ebeveynli Aileler

Tek Ebeveynli Aileler

Aile denince akla anne baba ve çocuklar üçgeninden oluşan birim gelir. Ancak ölüm, boşanma veya iş nedeniyle ayrı yaşama gibi sebeplerle tek ebeveynli aileler hayatın bir gerçeğidir. Yapılan araştırmalarda anne ile çocukların oluşturduğu tek ebeveynli aile sistemi baba ile çocukların oluşturduğu tek ebeveynli aile sisteminden üç kat fazladır.

Aslında geçmişe bakıldığında göçler, doğal afetler, savaşlar, genç yaşta ölümler, yaşam süresinin kısalığı gibi sebeplerle çocukların tek ebeveyn ile yaşaması durumu sıktır, ancak tek ebeveynli aile olma kavramı özellikle ülkemiz için daha yeni bir kavramdır.

Tek ebeveynli aile olmanın getirdiği en büyük sıkıntı finansal sıkıntılardır diyebiliriz. Bununla beraber, tüm sorumluluğun tek bir kişiye yüklenmesi, rol paylaşımının olmaması, çocuk bakımı, zaman yönetimi gibi problemler görülmektedir. Yapılan çalışmalarda kadının tek ebeveyn olduğu durumda ekonomik zorlukların daha fazla yaşandığı, hatta yoksulluk ile karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Tabii bu durum yaşam kalitesi ve alınan doyumu doğrudan etkilemektedir. Ancak kadınların ebeveyn olduğu sistemde sosyal olarak daha çok destek görmelerinden dolayı depresyonun erkeklere oranla daha az olduğu bilinmektedir. Tek ebeveynli ailede ebeveyn ile çocuğun cinsiyeti farklı olduğunda özellikle ergenlikte zorlanmalar yaşanabilir. Çocuk bazı problemlerini açmaktan utanıp çekinebilir, ebeveyn ise yetersizlik hissedebilir.

Yetişkinler hayatın daha gerçekçi sorunları ile baş başa kalırken çocuklar da her iki ebeveyn ile yaşamamaya alışma, ikisinden destek alamama gibi duygusal sorunlarla baş etmek durumunda kalırlar. Çocuklar bu durumda doğal olarak kaygılanır. Özellikle ilk başlarda terk edilme kaygıları artabilir; “bir ebeveynim gitti diğeri de gider mi?”

Burada çocuğa en güzel desteklerden bir tanesi rutinini bozmamaya çalışmaktır. Özellikle okulunu, semtini değiştirmeme, evini değiştirmeme çocuk için oldukça rahatlatıcıdır, bilinmezlik içinde bildiği bir şeylere ihtiyacı vardır.

Eğer tek çocuk varsa rol kayması yaşanabilir, anne ya da babaya üzülen çocuk onların yalnızlığını doldurmaya çabalayıp bağımlı bir yapı geliştirebilir. Anne baba buna müsaade etmemeli, bir hiyerarşi kurmalı ve kendi problemleri için arkadaşlardan, sosyal çevreden,  yetmiyorsa uzmandan destek almalıdır.

Sınav Stresi ile Başa Çıkmak

Sınav Stresi ile Başa Çıkmak

Verimli Ders Çalışma

Harcadığı çaba oranında başarı elde etmeye verimli çalışma diyebiliriz. Çok çalışan ve ezber yoluna başvuran bir öğrenci, kuru bilgi ölçen bir sınavda başarılı olabilir ancak anlayarak, yorumlayarak, muhakeme ederek, önceki bilgileriyle bağlantı kurarak çalışan bir öğrenci bir problemle karşılaşınca zihni hemen ilgili bilgi yapısına ulaşır ve problemi çözmede başarılı olur. Ezberci öğrenci, yeni durumların hafızadaki bilgilerle ilişkisini göremez.

İstek, azim ve çalışma metodu zihnin üç unsuru duygu, irade ve aklın karşılığıdır. Birbirini tamamlayan bu nitelikler öğrenmenin, hafızada tutmanın ve istenildiğinde bu bilgilerden yararlanmanın temelidir. İstek ve azimle işe yönelmiş bir insan zihni etkindir,  anlamaya yönelmiş olarak tetiktedir.

Öğrenme içeriğinin düzeyi zihnin kavrama kapasitesine göre ayarlanırsa öğrenme isteği ve azmi kendiliğinden doğar. Öğrenme içeriği bilinmeyeni bilinenlerle anlamayı engelleyecek güçlükte olmamalıdır.

Her bireyin genetik olarak verilmiş potansiyel bir kapasitesi vardır. Bu günlük dilde yetenek dediğimiz şeydir. Potansiyel kapasitenin sınırı bilinemez. Düşük başarının nedeni gerekli öğrenmelerin daha önce yapılmamış olmasıdır. Çünkü her safhadaki öğrenme daha önceki öğrenmelerle oluşan bir bilgi yapısına dayanır. Birinci olarak şalışmaksızın öğrenme olmaz.

Yeteneği Geliştiren Üç Unsur

  1. İstek ve azim;

İstemek konuya ilgi duymaktır, azim ise öğrenmeye karar vermedir. Bunlar olmazsa öğrenme can sıkıcıdır.

  • İrade;

Bir öğrenci hayatını düzene koyarsa azmettiği işi başarabilir, bunun için zamanı planlamak gerekir. Çalışma programını her öğrenci kendi bağımsız görüşüyle kendi yapmalıdır.

Bir düşünür “yapacak işin yoksa aylaklığın tadını çıkaramazsın” der.

  • Çalışma metodu;
  • Anlayabileceğiniz kitaplar seçin. (Bildiğiniz düzey sizi sıkar, bilmediğiniz ve zorlandığınızda ise anlama ümidini kaybedersiniz)
  • Bilgi düzeyi arttıkça daha yüksek düzeydeki kaynaklara geçin.
  • Tekrar edin.
  • Derse zamanında girin. (Bağlantı sağlar, kopukluk kalmaz, anlama oluşur ve uzun süreli hafızada kalmasına yarar, dersi takip etmek kişiye hakimiyet duygusu verir.)
  • Etkin şekilde ders dinleyin. (Dikkat gider ve gelir, aynı dikkat derecesinde sürekli dinlemek imkansızdır, dikkat değişiklik ister, zihin mekanizması dikkat tazeleme işini yapar, yapmazsa uyursunuz.
  • Derse aktif şekilde katılın & anlatılanlarla iletişim içinde olun.
  • Derse önceden hazırlanın. (Konuyla ilgili sorular oluşturabilirsiniz)
  • Derste öğrenilenleri tekrarlayın.
  • Dersteki ana fikri yakalayın.
  • Not tutun. (Her şeyi yazmayın, anlam veremezsiniz! Öğretici ne demek istiyor, bu anlatılanlardan çıkan fikir nedir, telgrafta nasıl konunun özü belirtiliyorsa not da kendi anlayışımıza göre bir anlam taşımalıdır.)
  • Kitap okuma düşünme hızınızı arttırır, konuları daha rahat takip edersiniz.
  • Zihninizi işletin, ezberlemeyin, anlamaya uğraşın. (Ezbercilik zihninizi köreltir. Ezberlenen bilgiler bir süre sonra aşınır, bölük pörçük olur, birbirine karışır, başka şekilde kullanamazsınız ve kaygıya yol açar )
  • Özet çıkarın. (Anladığınızı test edersiniz)
  • Unutma öğrenmeden sonra ilk 20 dakika sonra 1 saat ve 8 saatten 30 güne kadar şeklinde başlangıçta hızlı sonra daha yavaştır. (Ebbinghaus unutma eğrisi)
  • Öğrendikten sonra tekrarlar zaman içine yayılmalıdır.
  • Sınavın son gününden önce içerik tazelenmelidir.

Sınavlarda Stresle Başa Çıkabilme

Stres nedir?

Stres, kişinin baş etme yeteneğini aşan ya da zorlayan bir durum algılandığında ortaya çıkan otomatik tepkidir. Fizik biliminde; “maddenin kendi üzerine uygulanan güce gösterdiği tepki” anlamında kullanılan stres terimi; son 20 yılda fizyoloji, sosyoloji, psikoloji, psikiyatri ile diğer tıp alanlarında ve gündelik yaşamda herkesin kullandığı popüler kavramlardan biri haline gelmiştir. Stres, pek çoğumuzun bildiği gibi, bizi zorlayan, kısıtlayan ve engelleyen olaylar, durumlar karşısında verdiğimiz tepkilerin tümüdür. Stres kavramı birçok insanın düşündüğü gibi sadece üzerimizde hissettiğimiz baskı ve gerginlikle sınırlı değildir.

Sınav pek çok öğrencide psikolojik baskı yaratan bir olaydır. Çalışma gecelere taşar ve uykusuzluk da bedeni ve ruhu zayıf düşürür. Sınavın nasıl geçeceğine dair bilinmezlikle ilgili endişe yaşanır. Anksiyete yani kaygı nesnesiz korkudur. Korkuda nesne vardır, buna karşı vücut tepki verir; savaş ya da kaç gibi. Korku tehlikeyi yok etmek yada ondan kaçınmak için bir sinyal görevi görür. Anksiyete daha içsel süreçlere bağlıdır. Endişeli yani anksiyeteli öğrenci sürekli kendisi ile uğraşır, kendini eleştirir ve kendinden tatminsizlik duyar. Sınav objektif şekilde görülmez, bu kişi için adeta yetersiz olduğunu hatırlatan bir kabus olur. Oysa rahat yapıdaki öğrenciler kendilerine güvenir ve sınavı objektif güçlükleri içinde görüp ona göre hazırlık yaparlar. Dışarıdaki tehlike ile savaşmak tehlikeyi ortadan kaldırabilir ancak içerideki bunaltıyla boğuşmak tehlikeyi olduğu gibi bırakır.

Sınav öncesi, konsantrasyon zorluğu, panik reaksiyonları, sindirim sistemi bozuklukları gibi birtakım bedensel rahatsızlıklar öğrenciyi etkileyebilir. Konulara hakim olunursa endişenin yerini güven, huzursuzluğun yerini konsantrasyon alır. Öğrenmede belirsizlik kalırsa bunun psikolojik belirsizlik duygusuna ve endişeye dönüşmemesi mümkün değildir.

Bebek Psikolojisi

Bebek Psikolojisi

  • Genelde bebeklerin bir şey hissetmediği, hiçbir şeyin farkında olmadığı gibi yanlış bir kanaat vardır.  Bu yanlış bir düşüncedir, bebek daha anne karnındayken annesinin sesini duyar, genel duygu durumunun farkındadır.
  • Bebekler daha başından annesinin sesini, kokusunu, tadını ve dokunuşunu tanır. 1 aylıkken yüzünü tanır.
  • Bebekler ve çocuklar stresten en çok etkilenen ve en savunmasız olan varlıklardır. Genellikle anne ve ailenin stres faktörleri neyse bebeğin etkilendiği faktörlerde onlardır.
  • Bebekler dünyayı duygu vasıtası ile anlamaya çalışırlar, o nedenle bakım verenin duygu durumu çocuğa direkt geçer. Anne-Baba arasındaki gerginlik sözle ifade edilmese bile bebekler sezerler ve huzursuz olabilirler.
  • Yenidoğan doğumdan itibaren, olup bitenler için hipotezler kurma, sosyal dünyaya ait bütün yaşantılarını hızla sınıflandırmak, vasıflandırmak eğilimi gösterirler.
  • İnsan yavrusu haz,sıkıntı-ızdırap, hayret, şaşkınlık, tiksinme, bıkma duyguları ile doğar.
  • 2.aydan sonra gösterilen ve hissedilenler, yıllar boyunca daha az değişir ve duygulanımsal bellek oluşmaya başlar.
  • Bebek doğuştan gelen bir programlamayla konuşmalara ve insan sesine dikkat gösterir.
  • Bebekler ağlamayı iletişim aracı olarak kullanır. İlk 6 hafta sık ağlar, sonra geceleri ağlamaya doğru kayar, daha sonra sadece beslenme öncesi ağlamaya doğru geçiş olur.
  • 3-5 aylık bir bebek başka insanların yüzündeki sevinç, şaşkınlık, üzüntü,öfke ifadesini idrak edebilir.18 aylıkken empati yapabilmeye başlar.
  • Çocuklar ebeveynlerinden gelen tüm geri bildirimleri sünger gibi emerek içselleştirir.

Bebek Psikolojisi / Anne-Babaya tavsiyeler:

  • Annenin kimliği daha doğumun ilk gecesi değişir. Annelik rolüne adapte olabilmek adına çevre desteği önemlidir.
  • Annenin bebeğe iyi bakabilmesi adına babanın ve çevrenin anneye iyi bakması ve stres faktörlerinden koruması önemlidir.
  • Mümkünse 1-1,5 ay kadar annenin kendi annesinin bebek bakımında yardımcı olması tercih edilir.
  • Emzirme süreci anne ile bebek arasında yaşanan çok özel bir ilişkidir. Anne tarafından yeterli su alımı, dinlenme ve yeterli uyku, stressiz bir ortam  varsa süt üretimi adına bir sıkıntı yaşanmaz. Süt vermede psikolojik faktörler önemli yer tutmaktadır. Sütünüzü sağarken bebeğinizi düşünürseniz daha çok süt elde edebilirsiniz.
  • Babanın çocuğu benimsemesi, babalığa alışması 0-6 ay kadar sürebilir. Bu süreyi kısaltmak ve adaptasyon için bebeğin öz bakımıyla (alt değiştirme, banyo, uyutma vb.) ilgilenmeleri tavsiye edilir. Bir araştırmada babaları tarafından da öz bakımları sağlanan bebeklerin sosyal zekalarının daha yüksek olduğu bildirilmiştir.
  • Baba ilgisinden yoksun büyüyen çocukların daha saldırgan ve öfkeli bireyler oldukları bilinmektedir
  • 0-1 yaş arası bebeğiniz dürtülerini engelleyemez, hemen haz duymak ister dolayısı ile ağladığı zaman ihtiyacını karşılamak oldukça önemlidir.
  • Bebeğinizi bol bol kucağınıza alın, bazılarının söylediği gibi şımarmaz, ya da kucağa alışma durumu gibi bir şey söz konusu değildir.
  • Bağımlılık bebeğin ihtiyacından ziyade bakım verenin ihtiyacıdır, kendine güvenen çocuklar yetiştirmek, bağımlılık değil bağlılık ile olur.
  • Bebeğinizin ihtiyaçlarını zamanında karşılarsanız ve tutarlı devam ederseniz aranızda ‘güvenli bir bağlanma’ oluşur. Aksi takdirde bebeğiniz de temel güvensizlik duygusu gelişecektir.
  • Bebeklikten itibaren onunla göz teması kurun, çeşitli mimiklerle yaptığı uygun davranışları onaylayın, böylece ebeveyninden onay alan çocuk olumlu davranışları özgüven içinde sergilemeyi başarır.
  • Bebeğinize bol bol gülümseyin ve ten teması kurun.
  • Unutmayın ki psikolojik olarak sağlıklı toplumun oluşması 0-3 yaş arası bebek ile sağlıklı ilişkiler oluşturmaya oldukça bağlıdır.