Bebek Psikolojisi

Bebek Psikolojisi

  • Genelde bebeklerin bir şey hissetmediği, hiçbir şeyin farkında olmadığı gibi yanlış bir kanaat vardır.  Bu yanlış bir düşüncedir, bebek daha anne karnındayken annesinin sesini duyar, genel duygu durumunun farkındadır.
  • Bebekler daha başından annesinin sesini, kokusunu, tadını ve dokunuşunu tanır. 1 aylıkken yüzünü tanır.
  • Bebekler ve çocuklar stresten en çok etkilenen ve en savunmasız olan varlıklardır. Genellikle anne ve ailenin stres faktörleri neyse bebeğin etkilendiği faktörlerde onlardır.
  • Bebekler dünyayı duygu vasıtası ile anlamaya çalışırlar, o nedenle bakım verenin duygu durumu çocuğa direkt geçer. Anne-Baba arasındaki gerginlik sözle ifade edilmese bile bebekler sezerler ve huzursuz olabilirler.
  • Yenidoğan doğumdan itibaren, olup bitenler için hipotezler kurma, sosyal dünyaya ait bütün yaşantılarını hızla sınıflandırmak, vasıflandırmak eğilimi gösterirler.
  • İnsan yavrusu haz,sıkıntı-ızdırap, hayret, şaşkınlık, tiksinme, bıkma duyguları ile doğar.
  • 2.aydan sonra gösterilen ve hissedilenler, yıllar boyunca daha az değişir ve duygulanımsal bellek oluşmaya başlar.
  • Bebek doğuştan gelen bir programlamayla konuşmalara ve insan sesine dikkat gösterir.
  • Bebekler ağlamayı iletişim aracı olarak kullanır. İlk 6 hafta sık ağlar, sonra geceleri ağlamaya doğru kayar, daha sonra sadece beslenme öncesi ağlamaya doğru geçiş olur.
  • 3-5 aylık bir bebek başka insanların yüzündeki sevinç, şaşkınlık, üzüntü,öfke ifadesini idrak edebilir.18 aylıkken empati yapabilmeye başlar.
  • Çocuklar ebeveynlerinden gelen tüm geri bildirimleri sünger gibi emerek içselleştirir.

Bebek Psikolojisi / Anne-Babaya tavsiyeler:

  • Annenin kimliği daha doğumun ilk gecesi değişir. Annelik rolüne adapte olabilmek adına çevre desteği önemlidir.
  • Annenin bebeğe iyi bakabilmesi adına babanın ve çevrenin anneye iyi bakması ve stres faktörlerinden koruması önemlidir.
  • Mümkünse 1-1,5 ay kadar annenin kendi annesinin bebek bakımında yardımcı olması tercih edilir.
  • Emzirme süreci anne ile bebek arasında yaşanan çok özel bir ilişkidir. Anne tarafından yeterli su alımı, dinlenme ve yeterli uyku, stressiz bir ortam  varsa süt üretimi adına bir sıkıntı yaşanmaz. Süt vermede psikolojik faktörler önemli yer tutmaktadır. Sütünüzü sağarken bebeğinizi düşünürseniz daha çok süt elde edebilirsiniz.
  • Babanın çocuğu benimsemesi, babalığa alışması 0-6 ay kadar sürebilir. Bu süreyi kısaltmak ve adaptasyon için bebeğin öz bakımıyla (alt değiştirme, banyo, uyutma vb.) ilgilenmeleri tavsiye edilir. Bir araştırmada babaları tarafından da öz bakımları sağlanan bebeklerin sosyal zekalarının daha yüksek olduğu bildirilmiştir.
  • Baba ilgisinden yoksun büyüyen çocukların daha saldırgan ve öfkeli bireyler oldukları bilinmektedir
  • 0-1 yaş arası bebeğiniz dürtülerini engelleyemez, hemen haz duymak ister dolayısı ile ağladığı zaman ihtiyacını karşılamak oldukça önemlidir.
  • Bebeğinizi bol bol kucağınıza alın, bazılarının söylediği gibi şımarmaz, ya da kucağa alışma durumu gibi bir şey söz konusu değildir.
  • Bağımlılık bebeğin ihtiyacından ziyade bakım verenin ihtiyacıdır, kendine güvenen çocuklar yetiştirmek, bağımlılık değil bağlılık ile olur.
  • Bebeğinizin ihtiyaçlarını zamanında karşılarsanız ve tutarlı devam ederseniz aranızda ‘güvenli bir bağlanma’ oluşur. Aksi takdirde bebeğiniz de temel güvensizlik duygusu gelişecektir.
  • Bebeklikten itibaren onunla göz teması kurun, çeşitli mimiklerle yaptığı uygun davranışları onaylayın, böylece ebeveyninden onay alan çocuk olumlu davranışları özgüven içinde sergilemeyi başarır.
  • Bebeğinize bol bol gülümseyin ve ten teması kurun.
  • Unutmayın ki psikolojik olarak sağlıklı toplumun oluşması 0-3 yaş arası bebek ile sağlıklı ilişkiler oluşturmaya oldukça bağlıdır.

Sarsılmış Bebek Sendromu

Sarsılmış Bebek Sendromu

Bebeklerin veya çocukların kollarından veya gövdelerinden tutarak şiddetli bir şekilde sarsılması sonucu gelişen sendroma ‘sarsılmış bebek sendromu’ denir. Doğumdan sonra ilk yıllarda kafatası büyüktür ve bebek sarsıldığında boyun kasları da yeterince gelişmediğinden beyin duvara çarpar gibi kafatasına çarpar. Çocuğun bu özelliklerinden dolayı, meydana gelen bir sarsmada beyni ciddi hasarlar görebilmektedir. Bu sarsmalar neticesinde kafa içi kanamalar meydana gelmekte, sinir sisteminde kopmalar oluşmakta, göz içi kanamalar ortaya çıkmakta, kemik kırıkları ve hatta ölüm oluşabilmektedir.

Neden olur?

Birinci neden ailelerin ya da bebeğe bakımından sorumlu kişilerin onu cezalandırma isteği, öfkeye hakim olamama ya da ağlamasını durdurma isteği gelir.

Özellikle iki yaş altı bebekler daha fazla risk altındadır.

Bebekler neden ağlar?

Ağlamak bebeklerin iletişim kurma yöntemidir. İlk ya da ikinci aylarını doldurana kadar gözyaşları olmadan ağlayan bebekler size aç, yorgun, hasta olduklarını; üşüdüklerini, altlarının temizlenmesi gerektiğini, aynı pozisyonda durmaktan rahatsız olduklarını ya da sadece fiziksel temas kurmak  ve güvende hissetmek istediklerini anlatmak için ağlarlar. Bebekler ağlarken bir ihtiyacım var ve bunun giderilmesi gerekiyor derler aslında. Ve eğer bu ihtiyacı hızla bulup müdahale ederseniz ağlamaları kesilir.Bazı kişiler bebekleri ağlamaları için kendi kendine bırakmanız tavsiye etseler de temel güven duygusunun oluşabilmesi, bebeğin kendini değerli ve güvende hissedebilmesi için müdahale etmek ve kendi kendine geçmesini beklememek önemlidir. Zamanla bebeğin dilini, çözecek ve ağlama şeklinden bebeğin ihtiyacını anlayabilir olacaksınız. Ayrıca bebeklerin ilk 3 ayda günde 3-4 saat ağlamaları normal sayılır .Özellikle kolik durumu varsa bu süre daha da uzayabilir.

Bebek ağladığında ne yapmalı?

  • Bebeğinizin ilk ağlama sebebi açlık olabilir, eğer bunu düşünüyorsanız onu besleyin
  • Beslenmeden sonra ağlamaları kesilmediyse gaz çıkarmayı unutmuş olabilirsiniz, sancı şiddetli ağlama sebebidir
  •  Altını kirletmiş olma ihtimali olabilir, bunu kontrol edin ve altını değiştirin
  • Ortam ısısını ve giysilerini kontrol edin ortam ısısı uygun değilse bebek uyumak için rahatlayamaz.
  • Her şeyi kontrol ettiniz ve hala ağlıyorsa ten teması kurun, hafif bir kundak yaparak anne karnındaki gibi sarmalandığını hissetmesini sağlayın.
  • Özellikle gaz sancısı çeken bebeklerde temiz havaya çıkartmak ve hafifçe kucakta sallayarak şarkı söylemek de işe yarayabilir.
  • Tüm çabanıza rağmen bebeğinizi susturamıyor ve bir sağlık sorunu olduğunu düşünüyorsanız doktorunuza başvurmalısınız. Daha önce pek ağlamayan bebekte ani başlayan ve uzun süren ağlamalar özellikle doktora başvurmayı gerektirir.

Çok yorgunluk ve uykusuzluk başlı başına bir gerginlik sebebidir. Bebeklerin ilk ayları zor bir dönemdir, özellikle çok ağlayan bir bebekleri varsa, ebeveynler, öncelikle en yakınlarından yardım istemelidir. Bebeklerini yarım saatliğine de olsa bırakabilmeli ve dinlenme ve kendilerine zaman ayırabilmelidir. Aile desteği imkanı yoksa ve bebek çok ağlıyorsa, anne ya da baba öfkesini kontrol edemiyorsa daha sakin eş hemen devreye girmelidir. Bu imkan da yoksa bebeği bir süre odasında beşiğinde bırakıp anne ya da baba öfkesi geçene kadar dinlenmelidir. Özellikle bu sırada ılık  bir duş almak, arkadaşınızla konuşmak, aileden destek istemek önemlidir. Gerilimizi anlatabileceğiniz birinin olması oldukça etkilidir, komşunuzu çağırın, ne yaparsanız yapın ancak bebeği asla ama asla sarsmayın!

Teknoloji Psikolojimizi Nasıl Etkiliyor?

Teknoloji Psikolojimizi Nasıl Etkiliyor?

Teknoloji,  Türk Dil Kurumu’nun 2005 basımlı sözlüğünde şöyle açıklanmıştır; bir sanayi dalı ile ilgili yapım yöntemlerini, kullanılan araç, gereç ve yöntemlerini kapsayan bilgi. İnsanın temel ihtiyaçlarını karşılamak için geliştirdiği aletler ve yöntemler  kısa bir zaman önce büyük değişikliklere uğradı. İnsan her ne kadar uyum sağlama özelliği ile ortaya çıksada her yenilik homeostasis ( yaşam için en uygun koşulları sağlamak adına biyolojik sistemin kendini düzenleme süreci)  oluşturma süreci demek. Ancak her yeni ürünün, insanlar tarafından benimsendiğini ,insan hayatında birebir uygulama alanı bulduğunu söyleyemeyiz.

Günümüzde kimse teknolojinin konfor sunduğunu inkar edemez. Ne kadar çok teknolojik ürün kullandığımızı bir düşünelim, bundan  30 yıl önce elektronik eşyalar ne kadar az kullanılıyordu, günümüzde ise elektrikler kesilince dünya durmuş gibi hissediyoruz.Yeni kitle iletişim araçları ile negatif etkiler de görülmeye başlanmıştır. Teknoloji nin gelişim amacı,  biz insanlara zaman kazandırmak, işlerimiz kolaylaştırmak, bizi güvende hissettirmek diye düşünürüz, ancak  ,tüm zamanımızı alan bilgisayar oyunları, sürekli telefonla konuşma, özellikle gençler arasında konuşmadan daha çok mesajlaşma ile vakit geçirilmesi, sosyal paylaşım sitelerinde paylaşımda bulunmaktan yüz yüze paylaşımın azalması noktasındayız. Neden bundan bir süre önce cep telefonu olarak adlandırdığımız bir ürün var olmamışken şu an onlarsız yapamıyoruz? ). Bunun cevabı çok kapsamlı. Özellikle endüstri toplumu olmak, çalışma saatlerinin uzunluğu, tüketimin üretimle paralel gidememesi .

 Son dönemde ‘Disconnetivity  Anxiety ‘  adlı bir durumdan bile bahsediliyor. Bu durumda kişi 7/24 bağlantıda olmak istiyor, olamadığında 1 )inkar  ( bu bana olamaz!) 2 )kızgınlık ( bunun sorumlusu kimse ödetirim) 3)pazarlık aşaması ( eğer intenete tekrar bağlanırsam bir daha … yapmayacağıma söz) 4 Üzüntü  ve en son  5) kabullenme ( belkide ara vermem iyi oldu) süreçlerini yaşıyormuş.

 Maslow’ un ihtiyaçlar hiyerarşisinde, insanın belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamasıyla daha üst kategorideki ihtiyaçları karşılamasına yönelmesinden bahsedilir. İlk başamak fizyolojik ihtiyaçlardır ( yemek,su,boşaltım…v.b), bundan sonra güvenlik ihtiyacı gelir, daha sonra ait olma, sevgi,bağlılık ve  daha sonra saygınlık( kendine ve başkalarına güven, başarı) ve en son kendini gerçekleştirme gereksinimi ( yaratıcılık, problem çözme,erdem…v.b). İlk iki basamaktan sonraki basamaklarda ilişkinin önemi oldukça büyüktür. İnsan doğduğu andan itibaren önce annesine bağımlı çocuklukta ailesi ile var olan ,ergenlikte arkadaşlarına bağlanan ve yetişkinlikte yine duygusal olarak bir yetişkine bağlanan bir yapıdadır. Doğduğumuz andan itibaren ilişki kaçınılmazdır, sosyal varlık olmanın gerçeği budur.  Endüstri toplumu olmayla beraber ,çalışma şartları ve süresi, ekonomik koşullar, kendimize ait zamanının tüketim zamanı olarak yaşanması  ilişkinin şeklini ve içeriğini değiştirmiştir. Daha az zaman var ancak yine bağ kurma ilişkide olma ihtiyacı da var. Jan Kotliar, bilgisayar ve internet gibi teknolojilerin modernliğin sıkıntıları olmadığını, aksine büyük sosyoekonomik güçlerin araçları olduğunu iddia etmektedir.Kotliar’a göre (1999), insanların topluma ve komşularına yabancılaşmaları ,bilgi ağları kurulmadan önce gerçekleşmiştir. Şehirleşme,sanayileşme ve televizyonun toplum üzerindekim etkileri bilgisayardan daha fecidir.  Baran’a göre(1995) ise çocuklar kişisel bilgisayarlardan ilginç bir çok şeyi öğrenirken diğerleriyle nasıl ilişki kuracaklarını yani sosyalleşmeyi öğrenememektedirler.

İletişim teknolojilerinin gelişmesi ile sosyal rahatsızlıklar da görülmeye başlanmıştır. Örneğin telefonun aileyle, arkadaşlarla görüşmek için, iş yaşamında haberleşme için ve acil durumlarda yardım çağırmak için yararlı bir buluş olduğu bilinmektedir, ancak zamanla telefon kullanımın artmasıyla ziyaretler ve yüz yüze görüşmeler azalmıştır. Televizyonun toplum üzerindeki etkileri oldukça fazladır. İnsanlar bir süre sonra dışarıda çeşitli aktivitelere katılmak yerine evde kalıp televizyon seyretmeye yönelmiştir. Ancak internet kullanımı kadar, kısa zamanda büyüyen teknoloji ,insan tarihinde yok gibidir. Bütün dünyaya ulaşmak ve interaktif olmak bunu tetikler gibi görünmektedir. Tıpkı telefon ve televizyon gibi internetin de yan etkileri vardır. Özellikle sanal gerçeklik yaratmak, çocukların denetimsiz bilgilere erişmesi, bilgilerin çalınması, sanal hırsızlık v.b özellikle gerçek yaşamdaki zorluklardan kaçmak isteme kolay ve rahat sosyalleşme etkili görünmektedir. Bunlar ilk zamanlar anlaşılmasa bile  90’larda araştırmacılar bu konulara yönelmiştir. Amerika’da 2004 yılında yapılan bir çalışmaya göre internet kullanımı ile geleneksel iletişim araçlarının  daha az kullanılmaya başlandığı görülmüştür (günde 3 saat internet, yarım saat TV izleme).

Kraut ve arkadaşlarının 1998’de yaptığı araştırmaya göre internet kullanımı yalnızlık ve depresyona sebep olmaktadır, ancak sonraları sadece internet kullanımın buna yol açmadığı ne kadar kullanıldığının önemli olduğu keşfedilmiştir. Süre uzadıkça depresyon ve yalnızlık artmaktadır. İnternetin dengeli kullanımının önemi vurgulanmaktadır.  2001 yılında Amerika’da yapılan bir çalışmada gelişmiş bir benliği olan kişilerin ( self efficacy) internet kullanımında daha az depresyon ve yalnızlık yaşadıkları bulunmuştur. Buradan da görüleceği gibi çocuklar ve gençlerin gelişme çağında olmasından dolayı kontrollü ve aile ile birlikte kullanımı önem taşımaktadır. Bu çağda yeniliklere oldukça kolay adapte olan bu gurubu teknolojiden tamamen mahrum bırakmak düşünülemez bu sebeple ailelerin internet kullanımını öğrenmeleri önem kazanmaktadır.  Amerika’da üniversite öğrencileri arasında 1997 de yapılan bir çalışmada ise internet kullanıcıları internetle beraber aile ve arkadaşları ile daha fazla görüştüklerini belirtmişlerdir. Bu çalışmayı 2004 deki başka bir çalışma doğrular gibidir. Bu çalışmada ise internet kullanıcılarının %20 ‘sinin yeni arkadaşlıklar kurduğu, %80 ‘inin daha önceki arkadaşları ve ailesi ile görüştükleri belirlenmiştir.

Türkiye istatistik kurumu bilgilerine göre (2001),Türkiye’de internete erişim imkanı olan hane oranı %42, 9 ‘a yükselmiştir. Son üç ay için de bireylerin yaş grubuna göre internet kullanımına bakıldığında 16-24 yaş arası grubun % 65,8 ile önde geldiği görülmektedir. Yine son üç ay içerisinde 16-74 yaş arası çevirim içi haber, dergi, gazete okuma amaçlı kullanımı % 72,2 , sağlıkla ilgili bilgi arama %54,1 ve internet üzerindeki gruplara katılma %50,8 ile en çok kullanım amacı olarak görülmektedir.  Avusturalya’da yapılan bir çalışmada (2000)  5-14 yaş aralığındaki 2000 çocuğun %95 ‘inin okulda ve okul dışında bilgisayar  kullandığı  bildirilmiştir. 2001 deki bir çalışma bilgisayar kullanımının, motivasyon, eleştirel düşünme, yazı yazma , matematiği öğrenmenin bilgisayarda oyun oynamayla artarak  yer değiştirdiğini belirtmiştir.  Yapılan bir çalışmada (2002), yetişkin kullanıcılarının %50’si kas dokusu ve iskelet sistemi ile ilgili rahatsızlıklar bildirmişlerdir, yine aynı tarihte başka bir çalışmaya göre günde iki saatten fazla bilgisayar kullanımı kas ve iskelet sistemi bozukluklarının artmasında etkili olduğunu bildirmiştir. Amerika’daki bir  çalışmada (2003) gençlerin internet kullanımı sırasında sadece %38’inin ebeveyninin bağlantı aktivitesini izlediklerini belirtmiştir. Burada gençler, yetişkinlerin kaba ve zararlı iletişimine maruz kalabilmektedirler , gençleri  agresyondan korumak adına yetişkinlerin  aktivitelerini izlemeleri önem kazanmaktadır. Amerikan Pediatri Komitesi 1999 yılında çocukları medyanın zararlarından koruma amaçlı bir kılavuz yayınlamıştır. Buna göre 2 yaş altı çocuklara televizyonun yasaklanması, çocukların odasına aktivitelerini incelemek amaçlı kayıt cihazı  yerleştirilmesi, televizyonun bekleme odası gibi bir yere yerleştirilmesi ve eğitici metaryallerin sağlanmasını ve okumanın sağlanmasını önermişlerdir.

Her teknolojik ürünün yararı olduğu gibi zararları da vardır, çalışmalar ilerledikçe farklı sonuçlar çıkmaya devam edecektir. Ancak düşünmemiz gereken en önemli nokta teknolojiyi kullanırken ondan yararlanmak mı yoksa onu hayatımızın merkezi haline getirip diğer özelliklerimizden ve aktivitelerimizden uzaklaşmak mı? Kullandığınız nesneler sizi kullanmaya başladığı noktada problemlerin de başlaması kaçınılmazdır.

Empati

Empati

Empati yani eş duyum, hissedebilme, anlayabilme anlamında kullanılmaktadır. Çok yakın ya da çok uzak olmak empatiyi zorlaştırabilir. İçe alma ve reddetme durumlarında empatik süreçte olunamaz. Bu kızgınlığı ve hesaplaşmayı arttırabilir. Empati objektif bir farkında oluştur. Diğer kişinin duyguları hissedişleri üzerinde hissedişe sahip olmadır. Burada bir başkası için hissediş vardır.

Dinleme empatinin en önemli kuralıdır, dinlemek ve anlamak ya da anlamaya çalışmak ve hissetmek. Ancak daha ötesi empati gibi algılansa da değildir. Daha ötesi başkalarına müdahale etme, kontrol etme, kendi doğrusunu empoze etme gibi durumlardır. Bu durumların ise empati ile yakından uzaktan ilişkisi yoktur. Bu manipülasyon halini almıştır. Mükemmeliyetçi kişilikte en çok bu görülür. Başkalarına yardım ettiğini düşünürler ancak empati yardım yönlendirme içermez aslında.

 Başkalarına empati yaptığını düşünen ancak aslında kendinden çok başkalarını düşünen ve ön planda tutan kendi isteklerini gizleyip saklayıp hep uyum adına kendilerini feda eden kişiler vardır. Bu empatik olmak değildir.  Onların derdini dert edinen ve çözümler bulmaya çalışan aslında kendi sorumluluğunu az alıp başkalarına karşı çok sorumlu hisseden yapılar, en çok kendine güven duygusu ile problemi olan kişilerdir.

Doğuştan gelen bir özellik olduğu düşünülür, geliştirilebilir veya yok olabilir. Kişi empati yapamıyorsa sosyal ilişkilerde başarısız olma ihtimali yüksektir. Aynı zamanda kendini karşısındakinin yerine koyamama durumu anti sosyal kişiliklerde, borderline ve narsisistik kişiliklerde vardır. Bu kişilikler sadece kendini ve kendi yararlarını düşünür, başkalarının duygularını anlama gibi bir yetileri yoktur.

Empati kendimizi ve başkalarını anlamamıza yarar. Böylece sınırlar belli olur ve empati arttıkça toplumsal huzur artar.

Çalışan Anne ve Çocuk İlişkisi

Çalışan Anne ve Çocuk İlişkisi

Çocukların kendini güvende hissetmesi için güvenli bir bağlanma geliştirmeleri oldukça önemlidir. Diğer yandan bir çocuğun annesinden ayrılmayı öğrenmesi bağımsız bir birey olması açısından gereklidir.

Bebek doğumdan  itibaren anneyle benlik ve ortam olarak iç içedir.Bu ortak yaşam bebeğe güven verir ve ayrılıklara kolay katlanabilmesine de yardımcı olur. Çocuk ilk adımlarını atmaya başladığında yavaş yavaş anneden ayrılmaya adım atmış olur. Böylece dış dünyayı da keşfetme başlar . Kendini güvende hisseden çocuk yeni şeyler keşfetmekten hoşlanır.Çocuk git gide annesinin kollarında olmaya daha az ihtiyaç duyar.

Küçük çocuklar için güvende hissetmek çok önemlidir. Bu nedenle annelerin çocuklara birkaç saat birkaç gün bir yerlere gidebileceklerini ancak daima döneceklerini belirtmeleri gerekir. Çalışmaya başlamadan önce birkaç saat çocuktan ayrılmalar deneme yapmanızı sağlar. Ya da küçük oyunlar deneme yapmanıza yardımcı olur; sen biraz odanda oyna biraz sonra seni görmeye geleceğim gibi. İnsanın hayatında yaşayacağı ayrılıklar gelişim süreci için gereklidir.

Çocuk anne yokluğunda bir oyuncağa, battaniyeye bağlanabilir. Bu süreçte bu nesne anne-bebek dış dünya arasında bağlantı sağlar.anne babasının geri döneceğinden emin olduğunda oyuncağından vazgeçer.

Çocuk dili öğrendiğinde aileyi tanımlamak için semboller ve kelimeler kullanır. Böylece somut olarak aileyi görmesine gerek olmaz çünkü aile artık içselleşmiştir.

Çocuğa yaşı kaç olursa olsun annesinin işe gideceği ve döneceği belirtilmelidir. Çocuk hoşça kal demek istemiyorsa zorlanmalı savunma mekanizmalarına hemen müdahale edilmemelidir.

Yalnızlık Psikolojisi

Yalnızlık Psikolojisi

Yalnızlık,14 şubat, İlişki

Senle beraber olsak da sevgilim
Ayrılsakta, ölsek de bu yolda
Ömür boyu bağlansak da
Sevinsekte üzülsek de
Yalnızlık ömür boyu

Senle beraber olsakta sevgilim
Hiç görmesek birbirimizi, özlesek
Hep yalnızlık yavrum
Yalnızlık ömür boyu

Birden sen gelsen aklıma
Seni unutsam bazı bazı
Meraklansam gizlice,
Delice kıskansam seni

Hep yalnızlık var sonunda
Yalnızlık ömür boyu,
Hep yalnızlık var sonunda
Yalnızlık ömür boyu

Yalnızlığın tanımı çok çeşitlidir: yalnızlık, öznel ve nesnel tanımlanabilir. Bu yüzden de karmaşık bir konudur. Nilsson ve arkadaşları: yalnızlığın, kişisel ve üzücü negatif deneyimlerle, psikolojik güvenlik ihtiyacı temeline dayanan insan ilişkilerinden çekilme/uzaklaşma olarak tarif etmişledir, ancak nesnel sosyal izolasyon ile aynı anlamda olmadığını ve insanların kalabalıkta yalnız hissedebileceklerini ya da yalnız olmasına rağmen yalnız hissetmeyenlerin varlığını belirtmişlerdir.

Yalom 3 çeşit yalnızlık tarifi yapmıştır: kişiler arası ya da toplumsal yalnızlık, bölge şartları, kişilik özellikleri ve sosyal tecrübesizliğe bağlı olandır.

Kişisel ya da psikolojik yalnızlık: derinlerdeki kendilik parçalarının birbirleri ile ilişki kuramamasıdır.

Varoluşşal yalnızlık ise dünyadan ayrılmak gibidir,hiçlikle yüzleşmek ve kendi özgürlüğü ile tanışmaktır.

Gotesky 4 çeşit yalnızlık tarif etmiştir;

1) fiziksel olarak diğerlerinden ayrı olma

2) yalnız hissetme, yabancılaşma,

3) kişisel deneyimleri sonucu kendisini yabancı hissetme,

4) düşünme ya da yaratıcılık amaçlı yalnızlığı isteme, tercih etmek.

Bazı varoluşçu felsefeciler insan bilincindeki temel yapının yalnızlık olduğunu belirtirler. Ancak İnsan doğası gereği sosyal bir varlıktır, zaman zaman yalnız kalma isteği görülse de kronik yalnızlık psikolojik problemler getirebilir. O. Rank, insanın her zaman anne karnındaki rahatlığı, ilk hazzı aradığını ve anneden ilk ayrılışla beraber yaşadığı yalnızlık kaygısını sürekli bilinçaltında taşıdığını belirtir. Rank’ a göre, kaygılarımızın kaynağı olan yalnızlık, doğumdan itibaren bizi huzursuz eder. Hayatı anlamlandırmada, değer vermede yaşanılan ilişkilerin kalitesi önem taşır.

Ancak yalnızlığı olumsuz olarak etiketlemek doğru değildir, bazen insanın kendini ve dünyayı anlaması, tanıması, başkalarını tanıması için bir zemin oluşturabilir, ayrıca yaratıcılık ile de ilişkisi vardır; yaratmada farklı nesneler ile ilişki kurulup bir anlam ve anlatım sağlanır. Yalnızlık yaşantılarına verilen anlama göre onun olumsuz veya olumlu algılanması söz konusu olabilmektedir. Doğu toplumlarında yalnızlık,acı, terkedilmişlik, kimsesizlik, mutsuzluğu çağrıştırırken, batı toplumlarında bireyselliği çağrıştırabilir. Fakat yalnızlık sosyal ilişkilerdeki tecrübesizlik ve başarısızlık sonucu beklentilerin gerçekleşmemesi ve duygusal bir boşluk oluşması şeklinde de hissedilebilir.

Doğumdan itibaren ilişki kuran insan, çeşitli yaşlarda farklı kişilerle ilişki kurmaya başlar. İlk önce bebek anne ile yakın ilişki içindedir, sonra sisteme baba girer ve bebeklikten çıkınca anne, baba ve akrabalar, aile kavramı ön plandadır. Ergenlikle beraber arkadaşlar ve flörtler ön plana çıkar, ve yetişkinlikle beraber beklenen,  bir sevgi nesnesi ile derin ve anlamlı bir  ilişki kurabilmektir.

Bir antropologun yaptığı araştırmada yaş, cinsiyet, cinsel yönelim, dini inanç ve etnik grup fark etmeksizin aşık olan insanların partnerleri ile ilgi sorulara benzer cevaplar verdiği belirtilmiştir. Yani yeryüzündeki insanlar aşkla ilgili aynı süreci yaşıyorlar diyebiliriz. Bu yüzden de evrensel bir dil aşk şarkıları, şiirleri ve filmleri… Aşk kimileri için inanılmaz bir mutluluk, kimileri için tam bir acı kaynağı , peki nasıl oluyor da herkese dair olan bir şey bu kadar farklı anlamlandırılabiliyor?

Duygularımızı düşüncelerimiz şekillendiriyor diyebiliriz. Yaşadığımız olaylara, geçmiş deneyimlerimizle, aileden öğrendiğimiz ilişki kalıpları ile, bizzat tecrübe etmesek de okuduklarımız, gördüklerimiz, karşılaştıklarımızı sentezleyerek tepki veriyoruz. Aşk bir yaşantıdır, ve bu yaşantıya verilen anlam kişiye göre değişir. Eğer verdiğiniz anlamlar  olumsuzsa sürece değil, sonuca dair düşünmeniz ön plandaysa  sevgili ile ilgili her şey size olumsuzduygular çağrıştıracaktır. Yalnızlık acı, aşk acı, her şey acı… Böyle düşünüyorsanız baktığınız gözlüğü değiştirmek gerekir.

14 Şubat olarak belirlenmiş sevgililer gününde yalnızlar bu günü nasıl geçirsin gibi bir soruya verilecek cevap; MFÖ’nün şarkısında söylediği gibi, doğumdan itibaren  yalnızlığın ömür boyu olduğunu kabul etmek  ve içimizdeki ve dışımızdaki nesnelerle kurulan anlamlı ilişkilerle  yaşamın bir değer, mana kazandığı olabilir. Bu nedenle sevgililer gününde yalnız olmak önemli değildir, diğer zamanlarda sevgili ile ve herkes ile kurduğumuz ilişkilerin nasıl olduğu önemlidir. Sevgililer gününde ve diğer günlerde  partneri olmayanlar anlamlı ve derin ilişkiler kurmak (bulmak değil) için nasıl düşünmeli ve davranmalıyım hakkında düşünebilirler. Aşk doğuştan hormonlarla olan bir şeydir: ilişkiler yatırım gerektirir, ilişkiler canlıdır, doğar, büyür, gelişir, sizden beslenir ve sizi besler. Bakmadığınız beslemediğiniz, önemsemediğiniz,  geliştirmediğiniz bir ilişki canlı kalamaz.

İlişki sürecine odaklanıldığında, anlamlandırmalar daha çok olumlu gerçekleşir, ilişki  devam etsin etmesin, olumsuz duygular daha az olumlu duygular daha fazla olacaktır. Puşkin ‘in sözleri buna dairdir:

‘Öyle hoş öyle güzeldi ki sevgimiz,

Umarım bir başkasınca da böyle sevilirsiniz.’

Özetle, sevgiliniz olsun ve ya olmasın hayatınızdaki tüm ilişkiler ve bu ilişkilerin kalitesi keyifli yaşamın ana unsurudur.

Çocuklar Evin Hükümdarı mı Olmalı?

Çocuklar evin hükümdarı mı olmalı?

Özellikle iki yaş gibi özerklik duygusu bağımsızlık bebekte oldukça belirgindir, hem anneye bağımlı hem özerk bir durumu vardır ,inatçılık ve ağlamalar bu dönemde sık görülür, kendi bedeninin kontrolünün kendisinde olmasını ister anne de çocuğunun kendi  istediği zaman yemek yemesini,kendi istediği zaman tuvalete oturmasını bekler, çocuk kendi isteklerine aykırı düşen bu isteklere direnç gösterir.Çocuklar duygularını davranışlar aracılığı ile ifade ettiklerinden ağlamalar bu dönemde sıklaşır. Öncelikle bu dönemde çocukların hareketli, keşfedici ve karıştırıcı, ısrarcı ve tutturucu olduklarını bilmek  gerekir, ancak bu olumsuz özellikler geçicidir, 3 yaş gibi daha uyumlu , kurallara uyan beklemeyi bilen bir çocuk ortaya çıkacaktır.

Çocuklara yaşlarına uygun sorumluluklar vermek ,sınırlarını öğretmek ruhsal anlamda sağlıklı ve mutlu yetişkinler olmaları adına oldukça önemlidir. Her ortamın bir kuralı vardır ve uyum gösterebilen çocuklar yetiştirmek önemlidir, çocuk kendine uyum gösterilmesini beklerse bebeklik döneminden çıkamaz ve benci olması sağlanmış olur.

  • Ebeveynler hayatlarının tamamen değiştiğinden yakınıp dururlar; peki hayatı tamamen çocuk odaklı yaşamak doğru mu?

Çocuk sahibi olmaya karar verilen andan itibaren ebeveynler in  hayatları değişir. Ancak bu değişimin boyutu ailenin bireylerin özelliklerine bağlıdır. Her sistem bireylerin özelliklerini taşır. Sadece çocuk odaklı bir yaşam yetişkinin nerde olduğu sorusunu akla getirir. Çocuğa yaşına uygun olmayan sorumluluklar vermek, kararlar vermesini beklemek aslında çocuğa güven duygusu değil güvensizlik, kaygı ve mutsuzluk verir. 2 yaşındaki bir çocuğa ‘kendine sandviç hazırla ve ye demek ne kadar anlamsızsa, 5 yaşındaki çocuğa haftasonu alışveriş yapabilir miyim demek de o kadar anlamsızdır.

  • Çocuklar da biraz aile yapısına ayak uydurmalı mı?

Çocuklar zaten aile yapısına ayak uydururlar . Çocuklar sınırları zorlamayı da isterler nerede duracağını öğreten bir yetişkine ihtiyaç duyarlar. Böylece kendilerini güvende hissederler.  Aile içindeki rollerin karışması, kayması, yer değiştirmesi hem çocuğu hem de ebeveynleri huzursuz eder.

  • Anne babanın çocuktan bağımsız bir hayatı olduğu çocuğa nasıl anlatılmalı?

Davranışlarınız çocuğunuza en güzel örnektir. Sen , ben,biz  zamirlerinin kullanılması,

Sen odanda oynarken biz film izliyor olacağız  ya da sen eşyalarını toparlarken ben kitap okuyor olacağım gibi evde ayrı aktiviteler yapmak la bu durum belirtilmeye başlanabilir.