Yalnızlık Psikolojisi

Yalnızlık Psikolojisi

Yalnızlık,14 şubat, İlişki

Senle beraber olsak da sevgilim
Ayrılsakta, ölsek de bu yolda
Ömür boyu bağlansak da
Sevinsekte üzülsek de
Yalnızlık ömür boyu

Senle beraber olsakta sevgilim
Hiç görmesek birbirimizi, özlesek
Hep yalnızlık yavrum
Yalnızlık ömür boyu

Birden sen gelsen aklıma
Seni unutsam bazı bazı
Meraklansam gizlice,
Delice kıskansam seni

Hep yalnızlık var sonunda
Yalnızlık ömür boyu,
Hep yalnızlık var sonunda
Yalnızlık ömür boyu

Yalnızlığın tanımı çok çeşitlidir: yalnızlık, öznel ve nesnel tanımlanabilir. Bu yüzden de karmaşık bir konudur. Nilsson ve arkadaşları: yalnızlığın, kişisel ve üzücü negatif deneyimlerle, psikolojik güvenlik ihtiyacı temeline dayanan insan ilişkilerinden çekilme/uzaklaşma olarak tarif etmişledir, ancak nesnel sosyal izolasyon ile aynı anlamda olmadığını ve insanların kalabalıkta yalnız hissedebileceklerini ya da yalnız olmasına rağmen yalnız hissetmeyenlerin varlığını belirtmişlerdir.

Yalom 3 çeşit yalnızlık tarifi yapmıştır: kişiler arası ya da toplumsal yalnızlık, bölge şartları, kişilik özellikleri ve sosyal tecrübesizliğe bağlı olandır.

Kişisel ya da psikolojik yalnızlık: derinlerdeki kendilik parçalarının birbirleri ile ilişki kuramamasıdır.

Varoluşşal yalnızlık ise dünyadan ayrılmak gibidir,hiçlikle yüzleşmek ve kendi özgürlüğü ile tanışmaktır.

Gotesky 4 çeşit yalnızlık tarif etmiştir;

1) fiziksel olarak diğerlerinden ayrı olma

2) yalnız hissetme, yabancılaşma,

3) kişisel deneyimleri sonucu kendisini yabancı hissetme,

4) düşünme ya da yaratıcılık amaçlı yalnızlığı isteme, tercih etmek.

Bazı varoluşçu felsefeciler insan bilincindeki temel yapının yalnızlık olduğunu belirtirler. Ancak İnsan doğası gereği sosyal bir varlıktır, zaman zaman yalnız kalma isteği görülse de kronik yalnızlık psikolojik problemler getirebilir. O. Rank, insanın her zaman anne karnındaki rahatlığı, ilk hazzı aradığını ve anneden ilk ayrılışla beraber yaşadığı yalnızlık kaygısını sürekli bilinçaltında taşıdığını belirtir. Rank’ a göre, kaygılarımızın kaynağı olan yalnızlık, doğumdan itibaren bizi huzursuz eder. Hayatı anlamlandırmada, değer vermede yaşanılan ilişkilerin kalitesi önem taşır.

Ancak yalnızlığı olumsuz olarak etiketlemek doğru değildir, bazen insanın kendini ve dünyayı anlaması, tanıması, başkalarını tanıması için bir zemin oluşturabilir, ayrıca yaratıcılık ile de ilişkisi vardır; yaratmada farklı nesneler ile ilişki kurulup bir anlam ve anlatım sağlanır. Yalnızlık yaşantılarına verilen anlama göre onun olumsuz veya olumlu algılanması söz konusu olabilmektedir. Doğu toplumlarında yalnızlık,acı, terkedilmişlik, kimsesizlik, mutsuzluğu çağrıştırırken, batı toplumlarında bireyselliği çağrıştırabilir. Fakat yalnızlık sosyal ilişkilerdeki tecrübesizlik ve başarısızlık sonucu beklentilerin gerçekleşmemesi ve duygusal bir boşluk oluşması şeklinde de hissedilebilir.

Doğumdan itibaren ilişki kuran insan, çeşitli yaşlarda farklı kişilerle ilişki kurmaya başlar. İlk önce bebek anne ile yakın ilişki içindedir, sonra sisteme baba girer ve bebeklikten çıkınca anne, baba ve akrabalar, aile kavramı ön plandadır. Ergenlikle beraber arkadaşlar ve flörtler ön plana çıkar, ve yetişkinlikle beraber beklenen,  bir sevgi nesnesi ile derin ve anlamlı bir  ilişki kurabilmektir.

Bir antropologun yaptığı araştırmada yaş, cinsiyet, cinsel yönelim, dini inanç ve etnik grup fark etmeksizin aşık olan insanların partnerleri ile ilgi sorulara benzer cevaplar verdiği belirtilmiştir. Yani yeryüzündeki insanlar aşkla ilgili aynı süreci yaşıyorlar diyebiliriz. Bu yüzden de evrensel bir dil aşk şarkıları, şiirleri ve filmleri… Aşk kimileri için inanılmaz bir mutluluk, kimileri için tam bir acı kaynağı , peki nasıl oluyor da herkese dair olan bir şey bu kadar farklı anlamlandırılabiliyor?

Duygularımızı düşüncelerimiz şekillendiriyor diyebiliriz. Yaşadığımız olaylara, geçmiş deneyimlerimizle, aileden öğrendiğimiz ilişki kalıpları ile, bizzat tecrübe etmesek de okuduklarımız, gördüklerimiz, karşılaştıklarımızı sentezleyerek tepki veriyoruz. Aşk bir yaşantıdır, ve bu yaşantıya verilen anlam kişiye göre değişir. Eğer verdiğiniz anlamlar  olumsuzsa sürece değil, sonuca dair düşünmeniz ön plandaysa  sevgili ile ilgili her şey size olumsuzduygular çağrıştıracaktır. Yalnızlık acı, aşk acı, her şey acı… Böyle düşünüyorsanız baktığınız gözlüğü değiştirmek gerekir.

14 Şubat olarak belirlenmiş sevgililer gününde yalnızlar bu günü nasıl geçirsin gibi bir soruya verilecek cevap; MFÖ’nün şarkısında söylediği gibi, doğumdan itibaren  yalnızlığın ömür boyu olduğunu kabul etmek  ve içimizdeki ve dışımızdaki nesnelerle kurulan anlamlı ilişkilerle  yaşamın bir değer, mana kazandığı olabilir. Bu nedenle sevgililer gününde yalnız olmak önemli değildir, diğer zamanlarda sevgili ile ve herkes ile kurduğumuz ilişkilerin nasıl olduğu önemlidir. Sevgililer gününde ve diğer günlerde  partneri olmayanlar anlamlı ve derin ilişkiler kurmak (bulmak değil) için nasıl düşünmeli ve davranmalıyım hakkında düşünebilirler. Aşk doğuştan hormonlarla olan bir şeydir: ilişkiler yatırım gerektirir, ilişkiler canlıdır, doğar, büyür, gelişir, sizden beslenir ve sizi besler. Bakmadığınız beslemediğiniz, önemsemediğiniz,  geliştirmediğiniz bir ilişki canlı kalamaz.

İlişki sürecine odaklanıldığında, anlamlandırmalar daha çok olumlu gerçekleşir, ilişki  devam etsin etmesin, olumsuz duygular daha az olumlu duygular daha fazla olacaktır. Puşkin ‘in sözleri buna dairdir:

‘Öyle hoş öyle güzeldi ki sevgimiz,

Umarım bir başkasınca da böyle sevilirsiniz.’

Özetle, sevgiliniz olsun ve ya olmasın hayatınızdaki tüm ilişkiler ve bu ilişkilerin kalitesi keyifli yaşamın ana unsurudur.